Ulusal Egemenlik ne demektir?

18 Aralık 2012 Salı

Ulusal Egemenlik ne demektir?

Kurtuluş Savaşı sonucu ulusal bağımsızlık elde edilmişti. Egemenliğin ulusa ait olduğu düşüncesi, daha Kurtuluş Savaşı’nın örgütlenme aşamasında dile getirilmişti. Öyle ki Amasya Genelgesi’nde “Milletin bağımsızlığını, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.”, Erzurum Kongresi’nde de “Ulusal güçleri etken ve ulusal iradeyi egemen kılmak esastır.” şeklinde ifade edilmişti. TBMM’nin açılması ile de “Egemenlik kayıtsız şartsız ulusundur.” ilkesi somutlaşmıştı. Fakat padişah ve İstanbul Hükûmeti hâlâ varlığını koruyordu. Bu durum sanki ülkemizde ikili bir yönetim varmış izlenimi veriyordu. İtilaf Devletleri de bu durumdan yararlanmak istediler. Barış esaslarının belirleneceği Lozan Konferansı’na hem TBMM Hükûmetini hem de İstanbul Hükûmetini ayrı ayrı davet ettiler.
Sadrazam Tevfik Paşa, TBMM’ye bir telgraf göndererek İstanbul Hükûmetinin işbirliğine hazır olduğunu bildirdi. Bu istek Mecliste çok sert tepkilere yol açtı. Bu davranış, ülkeyi ikiye bölmek isteyenlerin yeni bir politikası olarak nitelendirildi. İtilaf Devletlerinin çifte daveti, Mustafa Kemal Paşa’ya saltanatın kaldırılması için büyük bir fırsat verdi. 30 Ekim 1922’de TBMM’ye “Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkıldığını, yeni bir Türk Devleti’nin doğduğunu, Anayasaya göre, egemenliğin ulusa ait bulunduğunu” bildiren bir önerge verdi. Görüşmeler 1 Kasım’a kadar sürdü. Bu süreçte saltanatın kaldırılmasına karşı çıkanlar oldu. Mustafa Kemal, padişahlıkla halifeliği birbirinden
ayırarak padişahlığın kaldırılması, halifeliğin ise kalması şeklinde bir çözüm yolu buldu.
Bundan sonraki gelişmeleri Mustafa Kemal Nutuk’ta şöyle anlatmaktadır.
“Üç komisyon bir odada toplandı. Başkanlığına Hoca Müfit Efendi’yi seçti. Konuyu görüşmeye başladılar. fieriye Komisyonunda bulunan hoca efendiler, hilafetin saltanattan ayrılamayacağını, bilinen safsatalara dayanarak iddia ettiler. Bu iddiaların yersizliğini ortaya koyup çürütmek için serbestçe konuşabilecek olanlar ortaya çıkar görünmediler. Biz, çok kalabalık olan bu odanın bir köşesinde tartışmaları dinliyorduk. Bu şekildeki görüşmelerin istenilen sonuca varmasını beklemek boşunaydı. Bunu anladık. Sonunda karma komisyon başkanından söz istedim. Önümüzdeki sıranın üstüne çıktım. Yüksek sesle şu konuşmayı yaptım: “Efendim, dedim, hâkimiyet ve saltanat hiç kimse tarafından, hiç kimseye ilim gereğidir diye, görüşme ve tartışmayla verilmez. Hâkimiyet, saltanat, kuvvetle, kudretle ve zorla alınır. Osmanoğulları, zorla Türk milletinin hâkimiyet ve saltanatına el koymuşlardır. Bu zorbalıklarını altı yüzyıldan beri sürdürmüşlerdir. fiimdi de Türk milleti bu saldırganlara isyan ederek ve artık dur diyerek, hâkimiyet ve saltanatını fiilen kendi eline almış bulunuyor. Bu bir oldubittidir. Söz konusu olan, millete saltanatını, hâkimiyetini bırakacak mıyız, bırakmayacakmıyız meselesi değildir. Mesele, zaten oldubitti hâline gelmiş olan bir gerçeği kanunla ifadeden ibarettir. Bu mutlaka olacaktır. Burada toplananlar, Meclis ve herkes meseleyi tabii olarak karşılarsa, sanırım ki uygun olur. Aksi takdirde, yine gerçek, usulüne uygun olarak ifade edilecektir. Fakat belki de bazı kafalar kesilecektir.
Mustafa Kemal’in bu konuşmasından sonra komisyon, öneriyi kısa sürede sonuca bağladı ve yapılan oylama ile Meclis 1 Kasım 1922 tarihinde saltanatın kaldırılmasına karar verdi. Hilafetin devamı ve Osmanlı hanedanından birisinin Meclis tarafından bu göreve getirilmesi kabul edildi. 600 yıllık Osmanlı saltanatı böylece tarihe karışıyor, laik ve ulusal cumhuriyetin önündeki en büyük engel ortadan kaldırılıyordu. Son Osmanlı padişahı Vahdettin 16 Kasımda, İngiliz komutan Harrington’a yazdığı bir yazı ile İstanbul’da hayatının tehlikede olduğunu bildirerek “İngiltere devlet-i fehimanesinin himayesinde” bir an önce güvenli bir yere götürülmesini istedi.
İsteği kabul edilen Vahdettin bir İngiliz savaş gemisi ile İstanbul’dan ayrıldı. Meclis 18 Kasım’da toplanarak Osmanlı ailesinden Abdülmecit Efendi’yi halife seçti.

0 yorum:

Yorum Gönder

 
 
 

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı