4. Sınıf Din Kültürü Dinimizde Anne Ve Babanın Kutsallığı Eğitimhane, 4.
Sınıf Din Kültürü Dinimizde Anne Ve Babanın Kutsallığı indir.
Heyy,çocuklar annesine babasına karşı gelenler var mı ??? Karşı
gelenler
bunu okusun.
Bu herkesi ilgilendiriyor.anne baba neden kutsaldır???
bunları öğrenmek bizim için önemli midir???
DİNİMİZDE ANNE VE BABANIN KUTSALLIĞI
Dünyaya gelen her
canlı varlığın yaşlanması, Yüce Yaratıcı'nın temel kuralıdır. İnsanlar
gençliğin ve sağlığın nimetleri içinde iken, yaşlılığı kendilerine çok uzak
görseler de, hayatta kaldıkları takdirde mutlaka yaşlanacaklardır.
Yaşlılık döneminde canlılar; fizik ve ruhî güçlerini bir daha yerine gelmeyecek şekilde ve fakat yavaş yavaş kaybederler. Yaşlılık bu çerçeve içinde, insanların hayat hamlelerinin tükenmeye doğru yol aldığı bir dönem olarak kabul edilmektedir. (1)
Ömrü olan her canlı (insan); bebeklik, çocukluk, gençlik, olgunluk ve yaşlılık dönemini yaşar. Bebeklik, çocukluk ve yaşlılık; başkalarına, özellikle aileye en fazla ihtiyaç duyulan dönemdir. Küçüklükte insan anne - babaya muhtaçtır. Yaşlılıkta ise roller değişir, anne baba çocuğuna muhtaç olur.
Dinimizde, örf, adet ve geleneklerimizde anne-baba hakkının önemli bir yeri vardır. Bu bakımdan dilimizde "anne -baba hakkı" sözü bir deyim haline gelmiştir.
Gerçekten de anne - babanın çocukları üzerindeki hakları büyüktür. Çünkü insan yavrusu, diğer canlıların yavrularından farklı olarak, çok çaresiz ve âciz bir durumda dünyaya gelmekte ve ancak, anne - babasının maddî ve manevî ilgisi ve yardımı ile hayatını devam ettirip olgunluğa erişebilmektedir.
Annenin çektiği güçlükler daha doğum öncesinden başlar. Dokuz ay yavrusunu karnında taşır. Doğumda büyük acılar çeker.
Ölüm tehlikesi yaşar. Doğumdan sonra gece gündüz yavrusu ile meşgul olur. Gündüzleri huzursuz, geceleri uykusuzdur, ama bütün bunları büyük bir zevk, şefkat ve merhametle, seve seve yapar. Yemez, yedirir; içmez, içirir; giymez, giydirir. Onun hastalığı ile hasta; sevinci ile mutlu olur. Hatta bu durum, yavrusu ne kadar büyüse de hayatının sonuna kadar devam eder. Onun gözünde o hep aynı kalır.
Baba da bin bir türlü zorlukla onun geçimini sağlamaya çalışır. Ancak annenin çekmiş olduğu zahmetler babaya nazaran daha fazla olduğu için, ana hakkı daha ağır basar. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.)'e: "İnsanlar içinde iyilik ve ihsana en layık olan kimdir." diye sorulduğunda, üç defa "anne" diye cevap vermiş, dördüncüsünde ise, "baba" demiştir (2) Ayrıca Peygamberimiz anneler hakkında: "Cennet anaların ayakları altındadır." (3) diyerek, cennete kavuşmanın, anne rızasına bağlı olduğunu ifade etmiştir. Bu ve buna benzer Peygamberimiz'in pek çok hadisleri vardır.Kur'an-ı Kerim'de de: "Rabbin ancak kendisine kulluk etmeni; anne babaya iyilikte bulunmanı emretmiştir. Onlardan biri ya da ikisi senin yanında yaşlanırsa, onlara "öf!" bile deme; onları sakın azarlama, onlara hep güzel, tatlı, iç açıcı söz söyle. Onlara
olan merhametinden, tevazu kanatlarını yerlere kadar indir ve "Ey Rabbim onlar beni küçüklüğümde nasıl (esirgeyerek, koruyarak) büyüttülerse, Sen de onlara öylece merhamet et" de (4) buyurularak onlara nasıl davranmamız gerektiği çok güzel bir şekilde anlatılmıştır.
Anne - babaya iyilik o kadar önemlidir ki; iyilik emredilirken onların Mü'min olmaları dahi şart koşulmamıştır. Onlara iyilik sırf anne - babalık vasfını taşıdıkları içindir.
Bakara suresinin 83. ayetinde:
"Anne - babaya... iyilikte bulunun." buyurulur. Bu cümle genel ifade etmektedir. Buna göre anne - baba kâfir, putperest ve mecusi bile olsalar (anne - baba oldukları için) onlara iyilikte bulunmak farzdır. Nitekim Hz. İbrahim (a.s.) küfür üzere bulunan babasını en yumuşak bir dille Hakk'a davet eder,
buna karşılık onun ağır hakaretlerine maruz kalırdı. Fakat hiç sesini çıkarmaz, onu kıracak bir davranışta bulunmazdı. (5)
Hâl böyle iken ebeveynimize karşı bizler ne yapmalıyız, ne yapmamalıyız? Öncelikle onlara karşı itaatkâr, saygılı, edepli olmalıyız. Saygının en güzel örneklerinden biri yine Peygamberimiz zamanında yaşanmıştır.
"Annemi - babamı ağlar halde bırakarak hicret etmek üzere senin emrini almaya geldim." diyen bir sahabisine sevgili Peygamberimiz şöyle demiştir:
"Onlara dön ve onları nasıl ağlattınsa öylece de güldürüp sevindir" buyurmuştur.
Henüz Müslüman bile olmamış anne - babasının yanına geri göndermiştir (6) ki bu onlara saygının ne derece önemli olduğunun bir göstergesidir. Anne - babamız bize karşı ihmalkâr davranmış da olabilir. İhmalkâr davranmışlarsa onlara iyilik etmeyecek miyiz?
Elbette ki hayır! Çünkü onlar en azından bizim hayata gelmemize vesile olmuştur. Günümüzde yaşlı nüfus hızla artarken, sanayileşme ve şehirleşme sonucu hızlı ve düzensiz bir göç başlamıştır. Bu göçle birlikte
geleneksel geniş aile modeli yerini çekirdek aileye bırakmıştır. Bunun sonucu olarak da anne-baba aynı şehirde bile otursalar çocukları ayrı eve çıkmaktadır. Anne-baba ayrı evde ve semtte, çocukları ayrı bir yerde olunca çocuklar onlara karşı görevlerini yeterince yapamamaktadır. Ancak zaman zaman yanlarına gidilerek ihmal edilmedikleri gösterilmeye çalışılmaktadır. Bu tür bir ilişki ile anne - babaya karşı olan görevin yerine tam olarak getirilip getirilemeyeceği tartışma konusudur.
Anne - babanın yaşlılığında olması gereken yer; her türlü zorluğa katlanarak büyüttükleri çocuklarının yanıdır. Çünkü onlar artık bir çocuktan farksızdır. Çocukları artık onların annesi - babası durumuna gelmiştir.
Geçtiğimiz aylarda televizyonlarda izlediğim bir haber beni oldukça üzmüştü. Haber kısaca şöyleydi: "İstanbul'da özel bir huzurevinde çıkan yangında son demlerini olsun rahat geçirmek isteyen dokuz kişi öldü.." Yürüyemeyen, ihtiyaçlarını kendisi göremeyen bu yaşlı ve yorgun vücutlar, çıkan yangın sonucu feci bir şekilde ölmüştü.
Bu üzücü olayın ardından yangına suçlu aranıyordu. Huzurevinin bu binada yapılmasına izin verenler, huzurevinin yöneticileri, itfaiye vs. En fazla üzerinde durulan
suçlanan ise itfaiyeydi. Geç geldiği, suyu olmadığı, hortumu patladığı şeklinde suçlamalarla karşı karşıyaydı. İtfaiye belki suçluydu, ama gerçek suçlu ne huzurevine izin verenler, ne yöneticiler ne de itfaiyeydi. Gerçek suçlu; o yaşlıları oraya mahkum eden, onlara bakmaktan aciz olan yakınları, çocuklarıydı. Bakıma muhtaç oldukları anda onları kapı dışarı eden vicdansız, ruhsuz evlatlardı.
Bir ölü yakını; "Uzun zamandır görüşmüyorduk", derken, bir diğeri "Biz onları canlı olarak vermiştik" diyerek dert yanıyordu. Ama buna hakkı yoktu. Neden yoktu? Çünkü annesinin, babasının yeri huzurevi değil, kendi eviydi de ondan.
Çünkü insanların huzur bulacağı yer kendi evidir.
Muhtaç durumda bulunan yaşlıların kendilerini güvende hissedebilecekleri ya da içinde yaşadıkları ortama alternatif olabilecek sosyal kuruluşların bulunması, sosyal devlet olmanın gereklerindendir. (7) Ama huzurevleri, çocukları hayatta olanların yeri olmamalıdır. Onların yeri çocuklarının, torunlarının yeri olmalıdır. Onlar son zamanlarını çocuklarının şefkatli kollarında, torunlarının cıvıltıları arasında geçirmelidir.
Unutmayalım ve bilelim ki, onları huzurevlerine vererek huzurlarını sağlayamayız, rızalarını kazanamayız, dualarını alamayız, haklarını ödeyemeyiz.
Unutmayalım ki, gün gelecek biz de yaşlanacağız.
Unutmayalım ve bilelim ki; gerçek anne - baba sevgisi sadece "annemi, babamı seviyorum" demek, bayramlarda kart göndermek, yılda bir kaç kez ellerini öpmekten ibaret değildir.
Gerçek sevgi; onlara karşı maddî ve manevî görevlerin yerine getirilmesi, böylece onları sevme iddiasının fiilen ispatı ile mümkündür. Bu görevler de özetle; onların her türlü meşru emir ve isteklerini yerine getirmek, onlara karşı saygıda ve edepte kusur etmemek, onlara "öf" bile demeyip, az da olsa üzmemek, onlara karşı daima tatlı dilli ve güler yüzlü olmaktır.
Gönüllerini kıracak, bıkkınlık ifade edecek en küçük bir sözden bile kaçınmak, hayatlarında iken onların rızalarını almaya çalışmaktır. Yine hayatlarında iken ve vefatlarından sonra onlar için daima Allah'a dua etmek, her türlü maddî ihtiyaçlarını elden geldiğince yerine getirmek, hasta ve yatalak durumlarında
Yaşlılık döneminde canlılar; fizik ve ruhî güçlerini bir daha yerine gelmeyecek şekilde ve fakat yavaş yavaş kaybederler. Yaşlılık bu çerçeve içinde, insanların hayat hamlelerinin tükenmeye doğru yol aldığı bir dönem olarak kabul edilmektedir. (1)
Ömrü olan her canlı (insan); bebeklik, çocukluk, gençlik, olgunluk ve yaşlılık dönemini yaşar. Bebeklik, çocukluk ve yaşlılık; başkalarına, özellikle aileye en fazla ihtiyaç duyulan dönemdir. Küçüklükte insan anne - babaya muhtaçtır. Yaşlılıkta ise roller değişir, anne baba çocuğuna muhtaç olur.
Dinimizde, örf, adet ve geleneklerimizde anne-baba hakkının önemli bir yeri vardır. Bu bakımdan dilimizde "anne -baba hakkı" sözü bir deyim haline gelmiştir.
Gerçekten de anne - babanın çocukları üzerindeki hakları büyüktür. Çünkü insan yavrusu, diğer canlıların yavrularından farklı olarak, çok çaresiz ve âciz bir durumda dünyaya gelmekte ve ancak, anne - babasının maddî ve manevî ilgisi ve yardımı ile hayatını devam ettirip olgunluğa erişebilmektedir.
Annenin çektiği güçlükler daha doğum öncesinden başlar. Dokuz ay yavrusunu karnında taşır. Doğumda büyük acılar çeker.
Ölüm tehlikesi yaşar. Doğumdan sonra gece gündüz yavrusu ile meşgul olur. Gündüzleri huzursuz, geceleri uykusuzdur, ama bütün bunları büyük bir zevk, şefkat ve merhametle, seve seve yapar. Yemez, yedirir; içmez, içirir; giymez, giydirir. Onun hastalığı ile hasta; sevinci ile mutlu olur. Hatta bu durum, yavrusu ne kadar büyüse de hayatının sonuna kadar devam eder. Onun gözünde o hep aynı kalır.
Baba da bin bir türlü zorlukla onun geçimini sağlamaya çalışır. Ancak annenin çekmiş olduğu zahmetler babaya nazaran daha fazla olduğu için, ana hakkı daha ağır basar. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.)'e: "İnsanlar içinde iyilik ve ihsana en layık olan kimdir." diye sorulduğunda, üç defa "anne" diye cevap vermiş, dördüncüsünde ise, "baba" demiştir (2) Ayrıca Peygamberimiz anneler hakkında: "Cennet anaların ayakları altındadır." (3) diyerek, cennete kavuşmanın, anne rızasına bağlı olduğunu ifade etmiştir. Bu ve buna benzer Peygamberimiz'in pek çok hadisleri vardır.Kur'an-ı Kerim'de de: "Rabbin ancak kendisine kulluk etmeni; anne babaya iyilikte bulunmanı emretmiştir. Onlardan biri ya da ikisi senin yanında yaşlanırsa, onlara "öf!" bile deme; onları sakın azarlama, onlara hep güzel, tatlı, iç açıcı söz söyle. Onlara
olan merhametinden, tevazu kanatlarını yerlere kadar indir ve "Ey Rabbim onlar beni küçüklüğümde nasıl (esirgeyerek, koruyarak) büyüttülerse, Sen de onlara öylece merhamet et" de (4) buyurularak onlara nasıl davranmamız gerektiği çok güzel bir şekilde anlatılmıştır.
Anne - babaya iyilik o kadar önemlidir ki; iyilik emredilirken onların Mü'min olmaları dahi şart koşulmamıştır. Onlara iyilik sırf anne - babalık vasfını taşıdıkları içindir.
Bakara suresinin 83. ayetinde:
"Anne - babaya... iyilikte bulunun." buyurulur. Bu cümle genel ifade etmektedir. Buna göre anne - baba kâfir, putperest ve mecusi bile olsalar (anne - baba oldukları için) onlara iyilikte bulunmak farzdır. Nitekim Hz. İbrahim (a.s.) küfür üzere bulunan babasını en yumuşak bir dille Hakk'a davet eder,
buna karşılık onun ağır hakaretlerine maruz kalırdı. Fakat hiç sesini çıkarmaz, onu kıracak bir davranışta bulunmazdı. (5)
Hâl böyle iken ebeveynimize karşı bizler ne yapmalıyız, ne yapmamalıyız? Öncelikle onlara karşı itaatkâr, saygılı, edepli olmalıyız. Saygının en güzel örneklerinden biri yine Peygamberimiz zamanında yaşanmıştır.
"Annemi - babamı ağlar halde bırakarak hicret etmek üzere senin emrini almaya geldim." diyen bir sahabisine sevgili Peygamberimiz şöyle demiştir:
"Onlara dön ve onları nasıl ağlattınsa öylece de güldürüp sevindir" buyurmuştur.
Henüz Müslüman bile olmamış anne - babasının yanına geri göndermiştir (6) ki bu onlara saygının ne derece önemli olduğunun bir göstergesidir. Anne - babamız bize karşı ihmalkâr davranmış da olabilir. İhmalkâr davranmışlarsa onlara iyilik etmeyecek miyiz?
Elbette ki hayır! Çünkü onlar en azından bizim hayata gelmemize vesile olmuştur. Günümüzde yaşlı nüfus hızla artarken, sanayileşme ve şehirleşme sonucu hızlı ve düzensiz bir göç başlamıştır. Bu göçle birlikte
geleneksel geniş aile modeli yerini çekirdek aileye bırakmıştır. Bunun sonucu olarak da anne-baba aynı şehirde bile otursalar çocukları ayrı eve çıkmaktadır. Anne-baba ayrı evde ve semtte, çocukları ayrı bir yerde olunca çocuklar onlara karşı görevlerini yeterince yapamamaktadır. Ancak zaman zaman yanlarına gidilerek ihmal edilmedikleri gösterilmeye çalışılmaktadır. Bu tür bir ilişki ile anne - babaya karşı olan görevin yerine tam olarak getirilip getirilemeyeceği tartışma konusudur.
Anne - babanın yaşlılığında olması gereken yer; her türlü zorluğa katlanarak büyüttükleri çocuklarının yanıdır. Çünkü onlar artık bir çocuktan farksızdır. Çocukları artık onların annesi - babası durumuna gelmiştir.
Geçtiğimiz aylarda televizyonlarda izlediğim bir haber beni oldukça üzmüştü. Haber kısaca şöyleydi: "İstanbul'da özel bir huzurevinde çıkan yangında son demlerini olsun rahat geçirmek isteyen dokuz kişi öldü.." Yürüyemeyen, ihtiyaçlarını kendisi göremeyen bu yaşlı ve yorgun vücutlar, çıkan yangın sonucu feci bir şekilde ölmüştü.
Bu üzücü olayın ardından yangına suçlu aranıyordu. Huzurevinin bu binada yapılmasına izin verenler, huzurevinin yöneticileri, itfaiye vs. En fazla üzerinde durulan
suçlanan ise itfaiyeydi. Geç geldiği, suyu olmadığı, hortumu patladığı şeklinde suçlamalarla karşı karşıyaydı. İtfaiye belki suçluydu, ama gerçek suçlu ne huzurevine izin verenler, ne yöneticiler ne de itfaiyeydi. Gerçek suçlu; o yaşlıları oraya mahkum eden, onlara bakmaktan aciz olan yakınları, çocuklarıydı. Bakıma muhtaç oldukları anda onları kapı dışarı eden vicdansız, ruhsuz evlatlardı.
Bir ölü yakını; "Uzun zamandır görüşmüyorduk", derken, bir diğeri "Biz onları canlı olarak vermiştik" diyerek dert yanıyordu. Ama buna hakkı yoktu. Neden yoktu? Çünkü annesinin, babasının yeri huzurevi değil, kendi eviydi de ondan.
Çünkü insanların huzur bulacağı yer kendi evidir.
Muhtaç durumda bulunan yaşlıların kendilerini güvende hissedebilecekleri ya da içinde yaşadıkları ortama alternatif olabilecek sosyal kuruluşların bulunması, sosyal devlet olmanın gereklerindendir. (7) Ama huzurevleri, çocukları hayatta olanların yeri olmamalıdır. Onların yeri çocuklarının, torunlarının yeri olmalıdır. Onlar son zamanlarını çocuklarının şefkatli kollarında, torunlarının cıvıltıları arasında geçirmelidir.
Unutmayalım ve bilelim ki, onları huzurevlerine vererek huzurlarını sağlayamayız, rızalarını kazanamayız, dualarını alamayız, haklarını ödeyemeyiz.
Unutmayalım ki, gün gelecek biz de yaşlanacağız.
Unutmayalım ve bilelim ki; gerçek anne - baba sevgisi sadece "annemi, babamı seviyorum" demek, bayramlarda kart göndermek, yılda bir kaç kez ellerini öpmekten ibaret değildir.
Gerçek sevgi; onlara karşı maddî ve manevî görevlerin yerine getirilmesi, böylece onları sevme iddiasının fiilen ispatı ile mümkündür. Bu görevler de özetle; onların her türlü meşru emir ve isteklerini yerine getirmek, onlara karşı saygıda ve edepte kusur etmemek, onlara "öf" bile demeyip, az da olsa üzmemek, onlara karşı daima tatlı dilli ve güler yüzlü olmaktır.
Gönüllerini kıracak, bıkkınlık ifade edecek en küçük bir sözden bile kaçınmak, hayatlarında iken onların rızalarını almaya çalışmaktır. Yine hayatlarında iken ve vefatlarından sonra onlar için daima Allah'a dua etmek, her türlü maddî ihtiyaçlarını elden geldiğince yerine getirmek, hasta ve yatalak durumlarında
onların
hizmetlerinde bulunmak vb. görevlerdir.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) anne baba konusunda söylemiş olduğu ibretli sözlerinde şöyle buyuruyorlar:
"..Anne ve babanıza iyilik edin ve ihsanda bulunun ki, çocuklarınız da size karşı itaatli ve hürmetkâr olsunlar.. ( "Allah Teâla, bütün günahlardan dilediklerinin (cezasını) kıyamet gününe kadar tehir eder. Yalnız anne - babaya yapılan isyanın cezasını Allahu Teâla sahibine ölmeden önce de dünyada verecektir. (9) Bu ibretli sözleri iyi düşünüp anne babamıza gerektiği şekilde davranmalıyız.
İnsanın huzur bulacağı yer, ne adı huzurevi olan yer, ne başkasının evidir. Huzurevi insanın kendi evidir.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) anne baba konusunda söylemiş olduğu ibretli sözlerinde şöyle buyuruyorlar:
"..Anne ve babanıza iyilik edin ve ihsanda bulunun ki, çocuklarınız da size karşı itaatli ve hürmetkâr olsunlar.. ( "Allah Teâla, bütün günahlardan dilediklerinin (cezasını) kıyamet gününe kadar tehir eder. Yalnız anne - babaya yapılan isyanın cezasını Allahu Teâla sahibine ölmeden önce de dünyada verecektir. (9) Bu ibretli sözleri iyi düşünüp anne babamıza gerektiği şekilde davranmalıyız.
İnsanın huzur bulacağı yer, ne adı huzurevi olan yer, ne başkasının evidir. Huzurevi insanın kendi evidir.
CENNETTE ANCAK ONLARI
SEVERSEK
VARIRIZ.
İnsan kendine şu soruyu
sormalı ve cevabını da bulmalı; Ben; Allah için mi varım, yoksa kendim için mi
varım? Bu soruyu hakkıyla cevaplayan ve şuuruna varan hakiki imana vakıf olur
ve ebedi kurtuluşa da erer. Tüm hayatımızın manası ve yaratılış sırlarımız bu
sorunun içinde gizlenmiştir. Bu sorunun temelini oluşturan felsefe; insanın
kendi kendini yaratacak güç ve kudrete sahip olmadığı, dolayısıyla da bir
yaratıcı tarafından ve bir amaç için yaratıldığı gerçeğidir. İman hakikatleri
de, bu gerçeği biz insanlara bildirmektedir. Yani niçin ve ne amaçla
yaratıldığımız gerçeği. Yapmamız gereken ve yapmamamız gereken davranışları.
İnsan kendine şu soruyu sormalı ve
cevabını da bulmalı; “Ben; Allah için mi varım, yoksa kendim için mi varım?…”
Bu soruyu hakkıyla cevaplayan ve şuuruna varan hakiki imana vakıf
olur ve ebedi kurtuluşa da erer… Tüm hayatımızın manası ve
yaratılış sırlarımız bu sorunun içinde gizlenmiştir… Bu sorunun temelini
oluşturan felsefe; insanın kendi kendini yaratacak güç ve kudrete sahip
olmadığı, dolayısıyla da bir yaratıcı tarafından ve bir amaç için yaratıldığı
gerçeğidir… İman hakikatleri de, bu gerçeği biz insanlara bildirmektedir… Yani
niçin ve ne amaçla yaratıldığımız gerçeği… Yapmamız gereken ve yapmamamız
gereken davranışları…
İşte bunlar bize; hayat iksirimizi ve kâinattaki kuralların nasıl
bir rotada olması gerektiğini bildiren, ilahi kılavuz ve yüce anayasamız olan;
Kuran-ı Kerimde açık olarak bildirilmiştir…
Kâinat mülkünün hakiki sahibi, Yüce yaratıcı biz yarattığı kullarına ilahi
kitabında; kendi hakkından sonra en büyük hakkın anne-baba hakkı olduğunu
ferman ediyor….
Niçin yaratıldığının farkına varıp, şuuruna eren her iman ve insaf sahibi bilir
ki, insanoğlu boşuna yaratılmadı ve yeryüzüne iş olsun diye de gönderilmedi…
İnsanoğlunun belirlenmiş görev ve sorumlulukları vardır… İşte bu
sorumlulukların en büyüklerinden biri de; anne-baba hakkıdır…
Anne-baba hakkı o derece önemlidir ki; tüm kâinatın ve mülkün sahibi olan yüce
Yaratan, kendine karşı kulluk görevinin başköşesine anne-baba hakkını
yerleştirdi… Ve ferman buyurdu ki; “Anne-babaya itaat Allah’a itaattir…
Anne-babaya isyan Allah’a isyandır…”
Bediüzzaman Hazretlerinin buyurduğu gibi: “Evladın, hakkı yoktur ki, babasına
karşı hak dava etsin. Babasını haksız görse de, ona isyan edemez. Demek,
babasına isyan eden ve onu rencide eden, insan bozması bir canavardır…”
Bu kadar önemli olan ve ilahi fermanla da defalarca bize emredilen anne-baba
hakkını ve anne-babamıza karşı evlatlık görevini acaba yeterince
yerine getirebiliyor muyuz?.. Bunu bir düşünelim isterseniz… Ve, varsa eksikliğimiz
tez zamanda evlatlık görevini hakkıyla yapmaya çalışarak bu eksikliğimizi
tamamlamaya çalışalım… Ve böylece kendi kurtuluşumuza da vesile olalım…
Çünkü bilelim ki; anne-baba duası alan bir insanın sırtı yere gelmez… Ama,
anne-baba bedduası alan insan iflah olmaz, felaketten kurtulmaz…
Anne-baba bizim dua ağaçlarımızdır… Lütfen onları kurutmayalım….
Akıllı, imanlı ve insaflı olan evlatlar, anne-baba ağaçlarının gölgesi
altında gölgelenmeyi bilirler…
Dünya
hayatı bunun örnekleriyle doludur… Unutulmamalı ki; Peygamber Efendimizin
hırkasını göndermek için sahabesini yolladığı ve övgüyle bahsettiği büyük Allah
dostu Veysel Karani Hazretleri o yüce makama sırf annesine olan bağlılığı ve
hizmetinden ötürü ulaşmıştır…
Allahu
Teala Hazretleri; anne ve babasına iyilik yapan gençleri çok sever… Ve;
amelleri, iyilikleri kendinden önce giden kullara Allah(c.c) hiç kimseye
duyurmadıklarını duyurur… Bunu aklımızdan çıkarmayalım…
Yüce Rabbimiz anne ve babaya iyiliği emretmiş, anne ve babadan biri veya her
ikisi yanımızda ihtiyarlarsa onlara “öf” bile demeyi biz kullarına
yasaklamıştır, onlara iyilik yapmak ve gönüllerini kazanmakla emrolunduk…
Anne-baba
için dua etmek vaciptir. Anne-babayı gücendirmek, imansız gitmeye bile sebep
olabilir… Nitekim Hazreti peygamberimizin ashabından Alkame (r.a)’ ın annesi
ona dargın olduğu için son nefeste Kelime-i şahadet getiremiyordu…
Peygamberimizin emri ve Alkame’nin annesinin razı olmasıyla şahadeti getirerek
ebedi aleme göçmüştür…
Bilinmelidir ki; ne ekersek onu biçeriz… Yani biz, anne-babamıza nasıl
davranırsak, çocuklarımız da bizlere öyle davranacaktır… Bu, Allah’ın(c.c)
değişmez kanunudur. Eğer anne-baba isek, kendi hayatımızda da, bunu
yaşayarak görmüşüzdür… Yok eğer henüz anne-baba değilsek, hiç şüpheniz olmasın
bunu bizlerde anne-baba olursak, yaşayarak göreceğiz… Bu İlahi tecelliden ve
kanundan hiç kaçış ve kurtuluş yok biline…
Anne-babaya karşı sevgi ve muhabbetin, Cenab-ı Hak hesabına olduğunun delili;
onlar ihtiyar oldukları ve sana hiçbir faydaları kalmadığı ve seni zahmet
ve meşakkate attıkları zaman, daha ziyade onlara muhabbet , merhamet ve şefkat
etmektir…
Eşini, annesine tercih edene lânet olunmuştur… Böylesinin duası kabul olunmaz,
ibadeti de şüphelidir…
Bir Ramazan hutbesinde Cebrail aleyhisselamın; anne-babasının rızasını
kazanmayan hakkında beddua edip, Peygamber Efendimizin (sav) buna;
“amin” demesi, anne-baba hakkının ne kadar önemli olduğuna işaret
etmektedir…
Bilinmelidir ki; üç şeyin cezası aynı zamanda dünyada da görülür:
Birincisi; Anne-babaya isyan etmenin, ikincisi; bir Mümin’in kusurunu
ayıplamanın ve felaketine sevinmenin, üçüncüsü de; zulüm ve fuhşu işlemenin…”
Bunlar ahirete kalmayan kısaslardır…
“Anne-babasını terk eden evlat, cennet kokusunu duyamaz…”
Hadis Şeriflerde: “Anne-babası, kendisinden razı olarak sabahlayan için
cennetten iki kapı açılır, bu kimse eğer anne-babası kendisinden razı olarak
akşamladıysa ve böylece devam ederse, bu iki kapı açık kalır, ahirete iman ile
gider…
Anne-babasını gücendirmiş olarak sabahlayan için cehennemden iki kapı açılır,
onları razı etmeksizin akşamlayan ve böyle giden için de, bu iki kapı açık
kalır, imansız gitmesine vesile olur…
Evlat ibadet etse dahi, ana-babasını gücendirmişse akıbetinden korkulur… Evlat
günahkâr olsa bile anne-babasının rızasını kazanmışsa, umulur ki; rahmete erer.
Anne-babasına asi olan ne hayır yaparsa yapsın, cennete giremez…
Rabbin rızası, babanın rızasındadır. Baba , cennetin kapısıdır. Cennet,
anaların ayağı altındadır… Anne-baba rızasını kazanmak, bütün nafile
ibadetlerden hayırlıdır… Sıla yani anne-baba ve akrabayı ziyaret ve sadaka,
ömür uzamasına sebeptir…”
Anne-baba hakları kısaca: Onları yedirmek, giydirmek, hizmet etmek,
çağırdıklarında hemen koşmak, günahı olmayan emirlerini yapmak, hiç
önlerine geçmemek, onlara karşı gayet tatlı ve yumuşak söyleyip, asla
kaba konuşmamaktır… Beş vakitte onlar için dua etmekle hakları ödenir… Ana ve
baba ayrı iseler, saygı ve hürmette babayı, hizmette anayı ileri tutmalıdır…
Anne ve babanın, alimin yüzlerine hürmetle, Salih Mümin’in yüzüne muhabbetle,
yetimin yüzüne merhametle bakmak ibadettir…
Anne ve babasına asi iken onlar ölmüşse, onlar için dua ve istiğfar etmeli,
Kur’an okumalı, sadaka vermeli, kabirleri ziyaret edilmelidir… Böylece
anne-babanın rızası kazanılabilir…
Hayır işleyip, sevabını anne-babasına bağışlayanın, anne-babasına verilecek
ecir ve mükâfatın bir misli de kendisine verilir…
Artık bütün bu sözlerden sonra; söz bitmiş, kalem kırılmış, ilahi fermanla
emredilen, Allah(c.c) hakkından sonra en büyük hak olan; anne-baba
hakkının kutsallığı tüm haşmetiyle bir güneşin parlaklığı gibi ortaya
çıkmıştır…
Ve son
söz… Vicdanını kaybetmemiş gönlü, kör ve sağırlaşmamış, insaf ve
iman sahibi, insani değerlerini kaybetmemiş, insanların sorumluluklarının
gereğini yapma zamanıdır… Biline… Saygı ve sevgilerimle,
0 yorum:
Yorum Gönder